Büyük bir sistem kurarak, Kant'ın imkansız olduğunu söylediği şeyi gerçekleştirmiş, yani
rasyonel bir metafizik kurmuş olan ünlü Alman filozofu. 1770-1831 yılları arasında yaşamış
olan Hegel'in temel eserleri: Phanomenologie des Geistes (Tinin Fenomenolojisi), Wissenschaft der Logik (Mantık Bilimi),
Enzyklopadie der Philosophischen Wissenschaften im Grundrisse (Felsefi Bilimler Ansiklopedisi), Grundlinien der Philosophie
des Rechts (Hukuk Felsefesinin İlkeleri).
Metafiziği: Alman idealizminin kurucusu olan Kant, aklın kendisinin a priori kategorileri ve bilginin formlarını,
kalıplarını sağladığı için, bilginin mümkün olduğunu söylemişti. O bilginin,
bu a priori kalıplarının insandan, içeriğinin ise dış dünyadan, insanın dışındaki
gerçeklikten geldiğini savunmuştu. Buna göre, insan zihni, bilgiye a priori, deneyden bağımsız olan
formları, kategorileri sağlar, bu formların malzemesi, içeriği ise insandan bağımsızdır,
dışarıdan gelir. Hegel, işte bu noktada bilginin formları kadar içeriğinin de zihnin eseri,
ürünü olması gerektiğini savunur. Demek ki, bilginin tüm ögeleri zihnin eseridir. Hegel'e göre, insan, bilgide kendisinin
dışında olan, kendisinin yaratmadığı ve insandan bağımsız olan bir dünyayı
tecrübe etmektedir. Bu doğal dünya bütünüyle zihnin eseridir, fakat biz insanların zihinlerinin eseri değildir;
bilgimizin nesneleri bizim zihinlerimiz tarafından yaratılmamıştır. Bundan Hegel'e göre, şu
sonuç çikar: Bu dünya, bu dünyayı meydana getiren ve bilgimizin konusu olan nesneler, sonlu bireyin, insanın zihninden
başka bir zihnin eseri olmalıdır. Bilginin nesneleri ve dolayısıyla bütün bir evren mutlak bir öznenin,
mutlak bir Zihin, Akıl ya da Tinin ürünüdür. Hegel'in Tin, Geist, İde, Mutlak, Mutlak Zihin adını verdiği
bu tinsel varlık, tüm bireysel, sonlu insan ruhlarının dışındaki nesnel bir varlık olup,
Tanrı'dan başka bir şey değildir. Hegel, Mutlak Zihnin, Geist'in özüne, insan aklı tarafından
nüfuz edildiğine inanır, çünkü Mutlak Zihin, insan aklının işleyişinde olduğu kadar, doğada
da açığa çikar.
Yani, Geist kendisini Hegel'e göre, doğada ve insan aklında ifade eder. Ona göre, gerçekliğin tümü yalnızca
bir İde, Mutlak ya da Nesnel Akıl, bir Mutlak Tin aracılığıyla anlaşilabilir. Bu Mutlak
Akıl, dünya tarihi boyunca bir evrim süreci içinde olmuştur. Mutlak Akıl aşkın, kendi kendisine yeten,
kendi kendisinin mutlak olarak bilincinde olan, tam olarak bağımsız bir varlık olmaya çalismaktadir. Söz
konusu evrim süreci, mutlak Aklın tam olarak rasyonel ve anlaşilır bir varlık haline gelme çabasidir.
Düşünce ile varlığın, mantık ile metafiziğin bir ve aynı gerçekliğin iki farklı
yüzü olduğunu söyleyen Hegel'de Mutlak Zihin statik bir varlık değil, fakat dinamik bir süreçtir. Bu Mutlak
Zihin, dünyadan ayrı bir varlık değil, fakat özel bir bakış açısından görüldüğünde,
dünyadır. Hegel'in dinamik bir süreç olarak betimlediği bu mutlak varlık, onun diyalektik adını verdiği
üçlü adımlardan oluşan hareketlerle değişir ve gelişir. İşte dünya, varlık, kültür
ve uygarlık dediğimiz herşey, Mutlak Zihnin üçlü adımlarından oluşan diyalektik hareketlerinden
meydana gelir. Evren, kendisinde mutlak Aklın amaçları ya da hedeflerinin gerçekleştiği bir evrim sürecidir.
Hegel'in bu anlayışı, teleolojik ya da organik bir anlayıştır. Evrimde en önemli şey, başlangıçta
varolandan ziyade, sonuçta ortaya çikandir. Hakikat bütündedir, ama bütün yalnızca evrim süreci tamamlandığında
gerçekleşir. Mutlak olan özü itibariyle bir sonuç, bir tamamlanmadır. Felsefe, buna göre, sonuçlarla ilgilenir;
o, bir evrenin başka bir evreden nasıl zorunlu olarak çiktigini göstermek durumundadır. Bu hareket doğada
ve hatta tarihte bilinçsiz olarak gerçekleşir. Hegel'e göre, düşünür bu sürecin bilincinde olabilir; o bu süreci
betimleyebilir. Düşünür evrenin anlamını bildiği, evrensel dinamik aklın kategorilerini, işlemlerini
yakaladığı zaman, en yüksek bilgi düzeyine yükselir. Filozofun zihnindeki kavramların diyalektik evrimi,
dünyanın nesnel evrimiyle çakisi; öznel düşüncenin evrimi ve kategorileri, evrenin kategorileriyle bir ve aynıdır.
Düşünce ve varlık özdestir.
Yöntem: Mutlak varlığın bilgi ya da düşünce süreciyle doğal süreci kapsayan gelişme süreci,
Hegel'e göre, diyalektik yoluyla gerçekleşir. Diyalektik, hem düşünmenin hem de bütün varlığın gelişme
biçimidir. Düşünme de varlık da hep karşitların içinden geçerek, karşitları uzlaştırarak
gelişir. Felsefenin görevi şeylerin doğasını anlamak, şeylerin doğasının, varoluşunun,
özünün ve amacının ne olduğunu bildirmek ise eğer, felsefenin yöntemi bu amaca uygun bir yöntem olmak
durumundadır. Yöntem, evrendeki rasyonel süreci yeniden yaratıp ifade etmelidir. Bu amaca ise, Hegel'e göre, gizemli
bir biçimde, dahinin sezgileriyle veya daha özel bir yolla ulaşilamaz. Hegel felsefenin, Kant'ın da belirtmiş
olduğu gibi, kavramsal bilgi olduğunu öne sürer. Fakat biz gerçekliği soyut kavramlarla tüketemeyiz; zira gerçeklik,
soyut kavramların gereği gibi yansıtamayacağı, hareket halindeki dinamik bir süreçtir. Çünkü gerçeklik
olumsuzlamalarla, çeliskilerle ve karşitlıklarla doludur. Bir şeyi gerçekte olduğu şekliyle anlatabilmek
için, Hegel'e göre, onun hakkındaki tüm doğruları ifade etmemiz, onun tüm çeliskilerini belirtmemiz ve bu çeliskilerin
nasıl uzlaştırıldığını göstermemiz gerekir. Bu ise, diyalektik yöntemle olur. Buna
göre, düşünce diyalektik olarak ilerlediğinde, en basit, en soyut ve içerik bakımından en boş olan
kavramlardan daha kompleks, daha somut ve daha zengin kavramlara doğru ilerler. Hegel'in diyalektik yöntem adını
verdiği bu yönteme göre, biz işe soyut ve tümel bir kavramla başlarız (tez); bu kavram bir çeliskiye yol
açar (antitez); birbirlerine çelisik olan bu iki fikir, ilk iki kavramın bir birliğini ifade eden üçüncü bir kavramda
uzlaştırılır (sentez). Yeni kavram da yeni birtakım problem ve çeliskilere yol açar, öyle ki bunların
da başka kavramlarda çözümlenmesi gerekir. Diyalektik süreç, bundan dolayı kendisinde tüm karşitlıkların
hem barındığı ve hem de çözüldügü, nihai ve en yüksek kavrama ulaşilıncaya kadar sürer. Bununla
birlikte, tek bir kavram, en yüksek kavram bile olsa, bütün bir gerçekliği göstermez. Tüm kavramlar yalnızca kısmi
doğrulardır. Bilgi bütün bir kavramlar sisteminden meydana gelir. Doğruluk ve bilgi, tıpkı rasyonel
gerçekliğin kendisi gibi, canlı bir mantıksal süreçtir. Buna göre, bir düşünce zorunlu olarak başka
bir düşünceden çikar; bir düşünce, başka bir düşünce meydana getirmek üzere kendisiyle birleşeceği
düşüncede, bir çeliskiye yol açar. Diyalektik hareket düşüncenin mantıksal olarak kendi kendisini açmasıdır.
Hegel'e göre, filozofun yapması gereken şey, düşüncenin tanımlanan şekilde kendi mantıksal akışını
izlemesine izin vermektir. Bu süreç tam olarak ve gereği gibi gerçekleştirildiğinde, dünyadaki süreçle bir
ve aynı olan bir süreçtir. Hegel'e göre, Mutlak'ın, Geist'in diyalektik hareketinin birinci adımında O,
kendisindedir. Burada Geist, henüz bir imkanlar ülkesidir. O, kuvve halinde olan gücünün henüz gerçekleştirmemiştir
(Tez). Bununla birlikte, onun kendisini bilmesi, tanıması için, Geist'in kendisine bir gerçeklik kazandırması
gerekir. Geist, Mutlak Zihin bu amaçla kendisini ilk olarak doğada gerçekleştirir (Antitez). Doğa, dünya dediğimiz
şey, Hegel'e göre, karşitlaşmış, farklılaşmış hale gelen mutlak varlıktır.
Soyut ve farklılaşmamış halde bulunan İde'nin tek tek varlıklar haline gelerek kendi dışında
bir varlık haline dönüşmesidir. O, şimdi kendisinden başka bir şey olmuş, özüne aykırı
düşmüştür. Geist, Mutlak Zihin doğada kendisine yabancılaşmış, kendi özü ile çelisik bir
duruma düşmüştür. Bu çeliski, diyalektik sürecin üçüncü basamağında, kültür dünyasında ortadan kalkar
(Sentez). Bununla da, Geist yeniden kendini bulur, kendine döner, ancak o, bu kez bilincine tam olarak varmış, özgürlüge
kavuşmuş durumdadır. Çünkü, Geist'in yasası, doğal dünyada zorunluluk, buna karşin kültür dünyasında
özgürlüktür.
Kültür felsefesi: Geist, kendisini kültür dünyasında diyalektiğin üçlü hareketi gereğince, Sübjektif Geist
(Öznel Ruh), Objektif Geist (Nesnel Ruh) ve Mutlak Geist (Mutlak Ruh) olarak açar. Buna göre, subjektif Geist en alt düzeyinden
en üst düzeyine kadar insan ruhunu meydana getirir. Geist, kendisine yönelmiş özgür bir varlık, kendisini bilip
tanıyan bağımsız bir gerçeklik haline gelmek için, doğadan yavaş yavaş sıyrılır.
O, henüz gelişmemiş bir ruh halindedir ve bu haliyle antropoloji biliminin araştırma ve inceleme konusu
olur. Ruhun henüz doğadan tümüyle sıyrılamadığı bu aşamada, ona karşilık gelen
kavrayış biçimi duyumdur. Ruh, daha sonraki aşamada 'duygu' ya da hissetmeye geçer. Hissetmenin en gelişmiş
ve tamamlanmış şekli 'kendini hissetme'dir ve bu bilince giden bir ara basamaktır. Bilinç, böylelikle
duyum, algı ve anlayış aşamalarından geçerek kendini özgür bir Ben (Ruh, Zihin) olarak tanır.
O, bundan sonra başka benleri de tanır ve kabul eder. Böylelikle, Geist kendisini Nesnel Ruh olarak gerçekleştirir
ve ortaya ahlaklılık ve Devlet çikar. Bu durum benin kendi içinde kalmaktan kurtularak genel kurallara ve öznellikten
nesnelliğe yükselmesi demektir. Böylece, herkes için geçerli olan, herkesi kavrayan nesnel Ruh ortaya çikmis olur. Tarih
dediğimiz şey, Hegel'e göre, halklarda beliren Ruhun gelişmesinden başka bir şey değildir. Tarihin
belli bir anında, belli bir halk, Ruhun gelişmesini üzerine alır. Ruhun hukuk, devlet, ahlak ve tarih alanındaki
bu nesnelleşmesi boyunca kendine dönmesi, kendini tanıması, mutlak Ruhun bilincine varması söz konusudur.
Özel isteklerin, tutkuların ve eğilimlerin alanında, herkes işçin geçerli nesnel ilkeleri ortaya koyarak,
onları hukuk, ahlak, devlet şeklinde kabul eden Ruh, bütün koşullardan sıyrılarak kendini tanımaya,
kendi özünü farketmeye başlar. Böylelikle, Mutlak Ruh haline gelir. Mutlak Ruh da üç adımlı bir hareketle gerçekleşir.
Onun birinci aşaması sanat (tez), ikinci aşaması ise dindir (antitez). Buna karşin, onun üçüncü aşaması
felsefedir (sentez). Felsefe, Hegel'e göre, hem sanatın hem de dinin aşilması ve onların içlerinde taşidıkları
hakikatin daha üst bir düzeyde kavranmasıdır. Felsefe, Geist'ı, mutlak varlık olarak kavrar ve onu hem
maddi olmayan bir düşünce, hem de elle tutulup gözle görülebilen bütün varlıkların birliği olarak kavrar.
Bu yazıda Hegel’in dizgesini oluşturan yapının hangi yönteme dayandığı açıklanmaktadır.
Forum- Filozoflar-Hegel bölümünde “Varlık” tan başlayarak Mantık-Doğa- Tin üçlüsünün nasıl
açındığı görülebilir.
W.T.Stace
DİYALEKTİK YÖNTEM: Şimdiki sorumuz, öteki kategorileri varlıktan nasıl çıkarsayacağımızdır.
Hangi yöntemi kullanacağız? İlk kategoriye şans veya kaprisle karar veremeyeceğimiz gibi, çıkarsama
yöntemimiz de rasgele aklımıza gelen bir yöntem olamaz. Burada da, çıkarsamayı biz yapmıyoruz. Biz
kendi aklımızla kategoriler arasında bağlantılar yaratmıyoruz: Çıkarsama, aklın bizden
bağımsız olarak yer alan nesnel bir sürecidir - şüphesiz zaman içinde bir süreç değil, mantıkî
bir süreçtir bu . Bizim görevimiz kategorileri çıkarsayacağımız yöntemi icad etmek değil, kategorilerin
kendilerini çıkarsama yöntemlerini keşfetmektir. Yukarıda daha genel ve soyut kavramın her zaman daha
az genel ve soyut olana öncel olacağını görmüştük. Bu ilke yalnız vârlığın ilk kategori
olduğunu göstermiyor, daha sonraki kategorilerin sırasını da belirliyor. Düşüncede, nesnel akılda,'
daha soyut kavram her zaman daha az soyut kavrama öncel olacaktır. Dolayısıyla Mantık summum genus'dan
yani varlıktan başlayarak, ard arda özgülleşmelerden geçerek, en az soyut kavrama kadar gelecektir. Yöntemimiz
cinsten türe geçmek, türü yeni bir cins alarak ele aldıktan sonra buradan yeni ve daha aşağı bir türe
geçerek devam etmektir. Ama, cinsten türe geçebilmemiz için cinse bir ayırt katmamız gerekir. Dolayısıyla
ilerleme sıramız cins, ayırt, tür (şeklinde olacaktır. Sonra türü yeni bir cins olarak ele alırken
yeni bir türe çevirmek için yeni bir ayırt bulmalıyız. Yöntemimiz baş- tan sona kadar bu cins, ayıı~t,
tür üçlüsünün ritmi için- de ilerleyecektir. * Burada ayırt kelimesini “differentia” karşılığı
kullanıyoruz. Türkçe felsefe dilinde buna “ ayrım” da deniyor. Ancak, “ayırım”ı
başka yerlerde “distinction” karşılığında kul1andığımız için
bu kavramı “ayırt” kelime'siyle karşılamayı tercih ettik. Bu son paragrafta anlatılan
“cins,ayırt-tür” üçlüsü Hegel' diyalektiğinin ünlü “tez-antitez-sentez” üçlüsü ile özdeştir
Ama varlık gibi bir soyutlamadan başlarsak, bundan ayırt ve türü nasıl çıkarsayabiliriz. Bütün mantıkî
çıkarsamalarda, ereğin sebepte ya da öncelde içerilmiş olması zorunludur. Biçimsel mantığın
bu ilkesinin bozulması meşru olmayan süreç yanıltısını getirir: Öncülde olmayan bir şey
sonuçta da olamaz. Bu aslında eski er nihilo nihil fit ilkesidir. Hiçten bir şey çıkmaz ve bir şeyden,
içinde olmayanı alamazsınız. Basit betimsel mantık için ne kadar geçerliyse Hegelci Mantık için de
o kadar geçerlidir bu. Bir kategoriden, A'dan, bir başka kategoriyi, B'yi çıkarsayacaksak, bunu ancak, A; B'yi içeriyorsa
yapabiliriz. Ama A kategorisinin B kategorisini içerdiğini gösterebilirsek, bu zaten A'dan B'yi çıkarsamak demektir.
Çıkarsamanın biçimsel mantıkta anlamı budur; buradaki anlamı da gene budur. Şimdi, türü cinsten
nasıl çıkarsayabiliriz? Cinsin türü içerdiğini nasıl göstereceğiz? Cinsten türe varmak için ayırtını
da eklemeliyiz. Dolayısıyla, cinsin âyırtı içerdiğini de göstermeliyiz. Oysa cins, özellikle ayırtı
dışarıda kalmak üzere tanımlanmıştır. Bundan ayırtlarını çıkarsamak
meşru olmayan bir akıl yürütme süreci gibi görülebilir.
Platon'un idealarının soyut evrenseller olduğuna işaret ettiğimizde bunu görmüştük. Kırmızı,
yeşil, mavi idealar'ı renk ideasından çıkarsanan,az, çünkü renk ideası bu ,aşağı ideaları
içermez. Sadece kırmızı, yeşil ve mavide ortak olanı içerir. Kırmızının kırmızılığı
yeşil ve mavinin özelliği değildir, dolayısıyla, da renk ideasının içinde değildir.
Aşağı idealara özgü olan, ,ayırtları, yüksek ideanın özellikle dışında bırakılmıştır:
'Aynı şekilde va,rlık kategorisi de her şeyde ortak olanı içerir, ama bütün özgül ayrım ve belirlemeleri
dışarıda bırakır, dolayısıyla da herhangi bir ayrım veya belirlemenin varlıktan
çıkarsanması îmkânsız görünür. Örneğin, neden, etki, töz, nicelik, varlığın özgül çeşitleridir
ve bunların fikri varlık kavramının dışındadır, dolayısıyla da ondan çıkarsanamaz.
O 'halde, herhangi bir çıkarsama nasıl mümkün olabilir? Bu sorunun çözümü Hegelci felsefenin temel ilkesini, ünlü
diyalektik yöntemi meydana getirir. O zamana kadar sanıldığı gibi, bir evrenselin mutla,k olarak ayırtlarını
dışarıda bırakmayacağının keşfine dayanır. Hegel bir kavramın kendi karşıtını
gizli şekilde kendi içinde bulundurabileceğini, bu karşıtın oradan çıkarılarak ya da çıkarsanarak
ayırt görevini yapacağını yani cinsi türe dönüştüreceğini buldu. Diyalektik yöntemi açıklamanın
en basit yolu somut bir örneğini vermek, sonra da içerdiği genel mantık ilkelerini ortaya .koymak olacaktır.
Örnek olarak Hegelci Mantığın ilk kategoriler üçlüsünü ele alıyoruz - varlık, yokluk, oluş.
Varlık kategorisiyle başlıyoruz. Katıksız kategoriyi düşünmemiz gerekiyor, bu kalem, şu
kitap, bu masa, şu sandalye gibi herhangi bir tikel varlık aidini değil. Bütün özgül belirlemelerden soyutlamalıyız
onu. Bu soyut fikre; istersek, somut bir nesneden, sözgelişi şu masadan varabiliriz. Bütün niteliklerinden, dört
köşeliğinden, kahverengiliğinden, katılığından, hattâ masalığından soyutlamalıyız
onu. Sadece =olduğunu~, varlığını, evrendeki başka bütün nesnelerle ortak yanını düşünmeliyiz.
Böyle bir varlıkta hiçbir belirleme kalmaz, çünkü bütün belirlemelerinden soyutlanmıştır. Dolayısıyla
mutlak olarak belirlenmemiş ve özelliksizdir, tamamen boştur, katıksız bir boşluktur vacuum. Hiçbir
içeriği yoktur, çünkü ne çeşitten olursa olsun içerik özgül bir belirleme olur. Bu mutlak boşluk, hiç- bir
şey değildir; her şeyin, bütün belirlemelerin, niteliğin, özelliğin yokluğudur. Ama bu, her
şeyin yokluğu, açıkça hiçliktir. Boşluk, yoklukla aynı şeydir. Böylece katıksız varlık
kavramının yokluk kavramını içerdiği görülür. Ama bir kategorinin ötekini içerdiğini göstermek,
bir kategoriyi bir kategoriden çıkarsamak demektir .Böylece yokluk kategorisini varlık kâtegorisinden çıkarsamış
oluyoruz.
Varlığın yokluk olduğu, ya da varlıkla yokluğun özdeş olduğu önermesi, belli bir çeşit
varlığın, örneğin bu masanın yoklukla aynı şey olduğu ya da yemek yemenin yemek yememekle
aynı şey olduğu gibi saçma, bir anlamda anlaşılmamalıdır. varlık kategorisi bir soyutlamadır,
oysa masa ve yemek somut nesnelerdir ve varlığın yanı sıra türlü özgül belirlenmeyle donanmışlardır.
Masanın dört köşeliği, kahverengiliği, katılığı gibi bütün özgül ~belirlemelerden
soyutladıktan sonra kal,an katıksız soyut varlık fikrin- den söz ediyoruz. Yokluk düşüncesiyle aynı
alan bu tamamen boş varlık fikridir. Aynı şeyi başka bir biçimde de anlatabiliriz. Bir şeyin
«olduğunu", ama bu “olma”sı dışında hiç bir nitelik ya da karakteristiği olmadığını
söylemek - bu şeyin hiçbir şey olmadığını söylemekle birdir. Masa dört köşe, kahverengi,
katıdır. şimdi biçimini yok edelim, katılığını, rengini, bütün niteliklerini alalım,
geriye hiçbir şey kalmaz. Masanın “olduğunu” ama “olma” dışında hiçbir
nitelik ya da özelliği olmadığını Söylemek, masanın «olmadığını>, söylemekle
aynı şeydir. Demek ki katıksızca “almak”, başka herhangi bir belirlemeye uğramaksızın
«olmak», olmamakla eştir. Varlık, yok - varlıkla ya da yokluklar özdeşir. Özdeş olduklarına
göre birbirlerine dönerler. Varlık yokluğa döner. Ve tersine, yokluk da gene varlığa döner; çünkü yokluk
fikri boşluk fikridir ve bu boşluk katıksız varlıktır. Her kategorinin böylece öbür kategori
içinde kaybolması sonucu üçüncü bu fikir ortaya çıkar ki bu da varlık ile yokluğun birbirlerine geçişleri.
fikrıdir. Bu, oluş kategorisidir. Parmenides oluşu incelemiş ve yalnız iki biçimi, yokluğun
varlığa ve varlığın yokluğa geçişi biçimlerinin olduğunu söylemişti. Birinci
biçim başlangıç, doğuş, varlık durumu- geliştir; ikincisi sona ermek, bitmek, yok almaktır.
Böylece şimdi üç kategorimiz oldu. Varlıkla başlamış- tık. Bundan yakluğu çıkarsadık.
Bu ikisi arasındaki ilişkilerden de oluş çıkarsadık. Bunlar, Hegelci Mantığın ilk
üç kategorisidir. Şimdi burada sözkonusu olan genel.yöntem ilkelerini ele alalım. Bir kere bu üç kategori sırayla
cins, ayırt, tür 'dür. Varlık, ci. dıran bir varlıktır, yok - varlık bulaşmış
bir varlıktır. Yok - varlıkla varlık fikirlerini birleştirdiğimizde oluş fikrine geliriz.
Yok - varlık ya da yokluk, yani ikinci kategori, dolayısıyla ayırt'tır. Varlık, yokluk, oluş
ilk Hegelci üçlüdür. Bütün sistem boyunca bu üçlü ritm görülür. Her üçlünün birinci kategorisi, burada olduğu gibi, olumlayıcı
bir kategorisi, bura.da olduğu gibi, olumlayıcı bir kategoridir. Buradaki gibi olumlu bir öne sürüm, örneğin
varlık, olmak şeklinde ortaya çıkar. İkinci kategori her zaman birincinin olumsuzu, ya da karşıtıdır.
Birincinin olumladığını yoksar, yani yok - varlık, olmamak, v.b. olur. Bu ikinci kategoriyi Hegel
hiçbir dışsal kaynaktan getirmez. İkinci kategori birinciden çıkarsanır, demek ki birinci ikinciyi
içerir ve onu kendi içinden çıkarır. Kategorileri bizim; Hegel 'in çıkarsamadığını söylerken
kastedilen budur; onlar kendi kendilerini çıkarsar. Böylece ilk kategori kendi karşıtını içerir ve
bununla özdeşir. Bu noktada iki kategori karşı karşıya ve birbirleriyle çelişerek dururla.r.
Ama bu çelişki içinde böyle durmak imkânsızdır, çünkü bu aynı şeye aynı anda karşıt
kategorilerin uygulanabileceği anlamına gelir. Sözkonusu üçlü örneğinde herhangi bir şeyin “olduğunu”
söylediğimizde aynı zamanda “olmadığını” kabul etmemiz gerektiği ,anlamına
gelir: Çünkü varlık zorunlukla yokvarlığı içerir ve dolayısıyla bir şeyin varlığı
olması, yani şeyin olması için, aynı zamanda zorunlukla yok - varlığı alması, yani
o şeyin olmaması gerekir. Bir şey nasıl aynı anda hem olup hem olmayabilir? Bunun cevabı, oluş
sürecindeyken, yani olurken, hem olduğu hem olmadığıdır. Başka bir söyleyişle birinci ve
ikinci kategorileri ,arasındaki çelişki her zaman, önceki ıki kategorinin birliği olan üçüncü kategoride
uzlaşır. üçüncü kategori kendi içinde, önceki 'ikinin karşıtlığını içerir, ama aynı
zamanda temelde yatan uyumlarını ve birliklerini de içerir. dolayısıyla oluş, yak - varlık olan
bir varlık ya da varlık olan bir yok - varlıktır. Çelişik varlık ve yokluk fikirlerini uyumlu
bir birlik içinde bileştiren tek bir düşüncedir. Bir üçlünün üç üyesine bazen sırasıyla tez, antitez,
sentez , de denir. Varılan sentez şimdî yeni bir olumlama olarak kendini koyar ve yeni bir. üçlünün tezi olan olumlu
bir kategori olur .Bu yeni çelişki de, yeni bir sentezin daha yüksek birliği içinde çözülmelidir. O zaman bu da
yeni bir üçlünün tezi olur ve bu böylece sürüp gider. Bütün bu kategoriler sürecinin, aklın zorlayıcı zorunluğu
ile ilerlemek zorunda bırakılan bir süreç olduğu görülmektedir. Akılcı zorunluğa uyarak karşıtını
yaratmakta ve onunla çelişmektedir. Akıl, kendisiyle - çelişende duramayacağı için ilerlemeyi zorunlu
kılmakta ve böylece senteze varılmaktadır. Baştan sona kadar bu böyledir. Bu süreç duramaz. Artık
çelişki yaratmayan bir kategoriye varıncaya kadar devam etmelidir. Bu, Mantığın nihaî kategorisi
olacaktır. O zaman dünyanın ilk sebebinden dünyaya geçebilecektir, doğa ve ruh alanlarına. Doğa v
e ruhun ayrıntılarını geliştirirken de Hegel Mantıkta . kullandığı üçlülere aynı
diyalektik yöntemi kullanır. Diyalektik yöntem, görünüşte, her kategoriden içinde olmayanı çıkarma mucizesini
başarır. Sorun, cins kendi ayırtını dışarıda bırakırken, cinsten türe nasıl
geçileceğiydi. Hegel 'in buluşu, aranan ayırtın(karşısav’ın) her zaman olumsuz olduğunu
ve bu durum iyice kavrandığında, cinsin ayırtını dışarıda bıraktığı
yolundaki eski görüşün çok doğru olmadığıdır. Hegel'in “anlama” dediği eski
cins görüşü ile akıl (sebepl görüşü olan doğru görüşü karşılaştırdığımızda
bu ikinci noktayı daha iyi anlayacağız. Anlama, yokluk ve varlık gibi iki karşıtın her
zaman birbirlerini dışarıda bıraktıklarını kabul eder. Ama bu dışarıda bırakma
mutlak değildir. İki karşıtın özdeş olmasını önlemez. Dolayısıyla cinsin
ayırtı tamamen dışarıda bıraktığını ileri süren eski görüş bütünüyle
doğru değildir. Başlangıçta imkânsız bir mucize gibi görünen şeyi Hegel 'in başarmasına
yol açan da bu buluştur. aranan ayırtın olumsuz olduğu konusu, olumsuzlamanın belirleme olduğu
ilkesine dayanır. Cinsten türe varmak için gerekli olan ,özgül bir belirlemedir. Cins belirlenmemiştir, tür belirlenmiştir.
Gene bir belirleme eklersek türü elde ederiz. belirlemenin olumsuzlama olduğu ilkesini Spinoza getirmişti, Hegel
şimdi bu ilkeyi tersine çevirerek, olumsuzlamanın belirleme ' olduğu şeklinde kullanıyor Gene olumsuzunu,
karşıtını ekleyerek, onu sınırlar, dolayısıyla belirleriz ve belirleyince de onu türe
indirgemiş oluruz. Her kategorinin kendi karşıtını içerdiği ve hatta kendi karşıtı
olduğu ilkesi bazen Hegel'in çelişme yasasını yoksaması olarak yorumlanmıştır. Varlık
ve yok - varlığın özdeş olması gerçekten o yasayı bozar gibidir. Ama, Hegel 'in çelişki
yasasını yok- sadığını söylemenin doğru olmadığı, her üçlünün ikinci kategorisinden
üçüncü kategorisine bu yasa yoluyla geçmek zorunda olduğumuzu söylemesinden bellidir. Akıl bir çelişkide duramayacağı
için, tezle anti- tez arasındaki çelişkinin bir sentezde çözülmesi gerekir. Gene de, Hegelci karşıtların
özdeşliği ilkesinin, düşünce tarihinde en çarpıcı kurgusal cüretlilik örneklerinden biri olduğunu
kabul etmeliyiz. Ama bu cüret haklıydı ve felsefenin eski sorunlarının çözülmesi için zorunluydu. Ayrıca,
incelendiğinde, Hegel'in bu ilkesinin sanıldığı gibi yepyeni bir şey olmadığı
görülecektir. Daha önceki yazarların yazılarındaki belirtik imalar dışında, aslında bütün
önceki felsefe de bu ilkeyi içerir Hegel 'de yeni olan sadece, bunu mantıki bir ilke olarak önermesi ve formüllendirmesidir;
daha önceki düşünürler, aslında buna yaslanırken, açıkça söylemekten çekinmişlerdi. Çünkü dünyanın
çeşitliliğini bir birliğe indirgeyen felsefelerin hepsi, Eleacıların, Vedantacıların, Platinus
ya da Spinoza 'nın öğretileri, karşıtları birliğine inanmak zorundadır. Bütün bu felsefelerde
gerçekliğin tek olduğu, çokun bu birden oluştuğu, ya da başka. bir söyleyişle çok'un aslında~
bir olduğu ve bu iki karşıtın, çak ile bir'in, özdeş olduğu söylenir. Vedantizm “her şey
birdir” ilkesine dayanır'. “Her şey” ile anlatılan, belli ki, çok'tur, dünyanın çokluğudur.
Ve dolayısıyla bu ilke, çok'un karşıtı ile, bir ile özdeş olduğu anlamına gelir. Bütün
panteıst sistemlere özgü olan, çok'un bir'den çıktığı iddiası, Hegel'in yok - varlığın
varlıktan çıktığını söylemesine paraleldir (ama bu, Hegel'in panteist olduğu anlamına
gelmez . Gene bütün bu felsefelerde, bir bitimsiz, çok ise bitimlidir. Bitimsiz bitimliyi kendinden çıkarır, bitimli
olur, dolayısıyla bitimlidir. Bitimsiz karşıtı olan bitimli ile özdeştir. Ama bu' felsefelerin
hiçbiri bu ilkeyi açıkça koyamadılar, kavrayamadılar ve bu nedenle felsefenin kadim ikiliğini çözemediler.
Çok, bir'den çıkar, bir'dir, dediler. Ama, çok ile bir karşıtken, çok bir değil'ken, bu nasıl olabilirdi?
Demek ki çok bir'den çıkmıyor ve çıkamaz. Ve bu çelişki tahtirevallisinin ötesine bir türlü geçemedi eski
filozoflar. Bazı düşünürler çokluğu vurguladı, ama oradan bir'e giden köprüyü bulamadı. Bunlar çoğulcular
ve maddecilerdi. Başka düşünürler birliği vurguladı, ama burada;dan çok'luğa giden köprüyü bulamadı.
Bunlar panteistler, mistikler, soyut idealistlerdi. Felsefe tarihi bu iki eğilim arasında devamlı bir gidip
gelme süreci oldu. Her iki eğilim de zorunlulukla ikicilikte son buluyordu. Hegel 'in cüreti ve özgünlüğü, iki karşıtın
, karşıtlıklarını muhafaza ederken özdeş olmalarının mantıken nasıl mümkün
olabildiğini açıklaması ve ayrıntılarıyla göstermesidir. Bir ile çok'un özdeş olduğu
düşüncesi eski filozofları o kadar korkutuyor ki bunu incelemeye bile girişemediler. Oysa Mantık'da işte
bu sorunun çözüldüğünü görürüz. Hegel birlik düşüncesinin (kategorisinin) çokluk düşüncesiyle nasıl hem
özdeş hem de ayrı olduğunu kusursuz bir kesinlik ve açıklıkla ,anlatır. Varlığın
karşıtı olan yoklukla nasıl özdeş olduğunu tamamen mantıki ve akılcı bir şekilde
nasıl anlattığını gördük. ' Şu halde, Hegel 'deki yenilik, daha önceki sistemlerde örtük olarak
ima edileni belirtik bir mantıki ilke olarak formüllendirmesidir. O zamana kadar mantıkta, olumlu ile olumsuzun
birbirlerini dışarıda bıraktıkları, aralarında aşılmaz bir uçurum olduğu
kabul edilmişti. Her zaman A, A'dır diyebileceğimiz, amâ hiçbir durumda A; A - değil'dir, diyemeyeceğimiz
kabul edilmişti. Örneğin Spinoza, bitimli ile bitimsizi karşılıklı olarak birbirini dışarıda
bırakan karşıtlar olarak görmüştü. Dolayısıyla Spinoza bitimlinin bitimsizden nasıl çıktığı
sorununu çözmeyi mümkün göremedi. Sadece A, A'dır diyebiliyorsak, bitimsiz bitimsizdir diyebiliyorsak A' her zaman A
olarak kalmalı, bitimsiz her zaman bitimsiz alarak kalmalıdır, dolayısıyla kendi içinde kısırdır
ve bitimli dünya hiçbir zaman ondan çıkamaz. Ancak bitimsiz bitimliyi, var- lığın yok - varlığı
içerdiği g'ıbi içerirse~ bitimsiz bitimli ise, A ,A - değil ise, bu sorunu çözebiliriz. Karşıtların
özdeşliğinin, bu karşıtların karşıtlığını dışarıda bırakmadığına
dikkat etmek gerekir. A ve A - değil, özdeştirler. Ama aynı zamanda ayrıdırlar. Sadece bir karşıtların
özdeşliği yoktur; aynı zamanda karşıtların özdeşliği vardır. Karşıtlık
da özdeşlik kadar gerçektir. Bunu unutur ve özdeşliğin, karşıtlık hayalidir anlamına geldiğini
sanırsak, ilkemiz alt üst olur, çünkü . a zaman karşıtların değil özdeşlerin özdeşliği
ile karşı karşıyayız ve bunun mantıkî formülü de eski A = A'dır. Böylece varlık ve
yokluk, ikisi de aynı tam boşluk olduğu için özdeştirler. Ama aynı zamanda ayrı ve karşıttırlar,
çünkü varlık varlık, yokluk da yokluktur. Ama, bu koyuş kendi içinde çelişir. Önce iki terimin ayrı
olduğunu söylüyoruz. Sonra da özdeş olduklarını ileri sürüyoruz. Bizi üçüncü kategoriye getiren de bu
çelişkidir. Üçüncü kategori olan “oluş”da ise, özdeşliğin doğrunun tama,mı olmadığını,
ayrılığın da doğrunun tamamı olmadığını, doğrunun tamamının,
ayrılık içinde özdeşlik olduğunu görürüz.
* Burada ayırt kelimesini differentian karşılığı kullanıyoruz. Türkçe felsefe dilinde buna
ayrım da deniyor. Ancak, I “ayırım”başka yerlerde “distinction”~ karşılığında
kul1andığımız için bu kavramı “ayırt” kelime'siyle karşılamayı tercih
ettik. Bu son paragrafta anlatılan “cins,ayırt-tür” üçlüsü Hegel' diyalektiğinin ünlü “tez-antitez-sentez”
üçlüsü ile özdeştir.
Hegel Üzerine-W.T.Stace-Çev: Murat Belge- V Yayınları
|